Yeniköy’ün Sessiz Sarayı: Sait Halim Paşa Yalısı’nın Hikâyesi
Boğaz’da teknenin burnu Yeniköy’e doğru döndüğünde, bir noktada suyun üstünde hafifçe gerilmiş gibi duran, süt beyazı bir yapı karşına çıkar.
Köybaşı Caddesi 83 numarada, rıhtıma oturmuş bu yapı, sadece bir “yalı” değildir.
Bir dönem imparatorlukların savaş kararlarının alındığı, kralların ağırlandığı, sonra rulet masalarının döndüğü, yangınla kül olan ama küllerinden yeniden doğan bir sahil sarayıdır:
Sait Halim Paşa Yalısı.
Girişindeki iki arslan heykeli yüzünden, Boğaziçi onu bir isimle daha anar:
“Arslanlı Yalı”.
Bu yazıda, hem arşivlerin söylediği çıplak gerçekleri, hem de o duvarların hâlâ fısıldadığını düşündüğüm hikâyeleri birleştirerek; Yeniköy Sait Halim Paşa Yalısı’nı zamanın içinden çekip sana getireceğim.
Boğaz’ın Kıyısında Bir Sahil Sarayı
Sait Halim Paşa Yalısı, İstanbul Boğazı’nın Rumeli yakasında, Sarıyer’e bağlı Yeniköy’de, Köybaşı Caddesi üzerinde yer alıyor.
yüzyılın son çeyreğinde neo-klasik bir dış cepheyle, iç mekânda yoğun Arap esintili, arabesk ve eklektik süslemelerle inşa ediliyor. Dışarıdan bakıldığında bir Avrupa sahil sarayı kadar sakin; içeri girdiğinde ise küçük bir Şam ya da Kahire sarayını andırıyor.
Mimar: Çanakkaleli usta/mimar Petraki Adamandidis (Adamantini).
Yapı tekniği: Ahşap karkaslı kagir, iki kat + bodrum.
Plan: Harem ve selamlık aynı çatı altında; suya bakan cephede sağ kanat harem, sol kanat selamlık. Ortada büyük bir “orta mekân” / sofa.
Başta yapının arkasındaki bahçesi, teraslar hâlinde yamaç ormanına kadar uzanıyordu. Boğaz yolu açılırken bu bağlantı koparıldı; yalı denize yakın kalsa da, arkadaki bahçeyle ilişkisi büyük ölçüde kesildi.
Bugün tekneyle önünden geçtiğinde gördüğün şey aslında eksilmiş, kesilmiş ama buna rağmen ayakta kalmayı başarmış bir sahil sarayı.
Arka Kapıda Eski Zamanlar: Düzoğulları’ndan Mısır Prenslerine
Bu yalının hikâyesi, Sait Halim Paşa’dan çok önce başlıyor.
Düzoğulları’nın Hanesi
Kaynakların geri sarıldığı ilk isim: Düzoğulları Ailesi.
1820’lerde burası, “Düzoğullarının Hanesi” adıyla bilinen bir yalıydı.
Zamanla harap oluyor, fakat Boğaz’da iyi bir parsel olduğu için göz üstünde.
Aristarhis Ailesi – Finansın ve Politikanın Karıştığı Yıllar
Ardından yalı, Osmanlı Rum banker ve Ayan Meclisi üyesi Nikolas (veya Aristarhis) Efendi’nin mülkiyetine geçiyor. Mevcut yapıyı beğenmiyor; yıktırıyor. Yerine, 1860’lara doğru bugünkü yalının ilk versiyonu inşa ettiriliyor.
Bu noktada yalı artık bir Rum banker yalısı. Muhtemelen salonlarda Levanten çevrelerin sohbetleri, Avrupa borsalarından haberler, kapitülasyonlar, lojistikten çok finans konuşuluyor.
Mısır Hıdiv Hanedanı Boğaz’a Geliyor
1876’da sahneye Boğaziçi’nde birçok yapıda karşımıza çıkan o ünlü aile giriyor:
Kavalalı Mehmet Ali Paşa soyundan gelen Mısır prensleri.
Yalı, Mehmet Ali Paşa’nın oğullarından Mehmet Abdülhalim Paşa’nın mülkiyetine geçiyor. Ancak Abdülhalim Paşa, yalının harap ve küçük olduğunu düşünerek, mimar Petraki Adamandidis’e bugünkü planıyla yeniden yaptırıyor:
Yalı denizden bir miktar geriye çekiliyor,
Cephe düzeni neo-klasik etkilerle sadeleştiriliyor,
Cumba yapılmıyor, ritmik dikdörtgen pencerelerle daha “Avrupai” bir yüz ortaya çıkıyor.
Abdülhalim Paşa 1890’da vefat edince, yalı dokuz çocuğuna kalıyor.
O çocuklardan biri, ileride Osmanlı devletinin kaderini etkileyecek kişi: Sait Halim Paşa.
1894’te Sait Halim, diğer kardeşlerinin hisselerini satın alarak yalının tek sahibi oluyor. Bundan sonra yalı, yalnızca bir “Boğaziçi konutu” değil, imparatorluğun siyasi merkezlerinden birine dönüşüyor.
Sait Halim Paşa Kimdi?
Kısaca hatırlayalım:
Mısır Prensi,
II. Abdülhamid devrinde Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı),
I. Dünya Savaşı öncesi ve sırasında Osmanlı Devleti’nin son sadrazamlarından,
Aynı zamanda güçlü bir entelektüel, İslamcılık ve modernleşme üzerine yazılar yazan bir fikir adamı.
Yani bu yalı, yalnızca “zengin bir paşanın yazlığı” değil;
devlet işlerinin, ittifakların, krizlerin ve gece yarısı kararlarının konuşulduğu bir arka sahne.
Yalının İçine Giriyoruz: Orta Mekândan Merdivenli Hol’e
Sait Halim Paşa yalıyı devraldıktan sonra, Boğaz’ın bu sessiz sahil sarayını kendi zevkine göre yeniden şekillendiriyor.
En büyük izini, bugün “instagramlık” karelerin arka planına dönüşen o ünlü merdivenli holde bırakıyor:
Boğaza paralel uzanan orta mekân, bir merdiven holüne dönüştürülüyor.
Ortada zarif kıvrımlarla yükselen, iki kollu ahşap merdiven;
Kenarlarda altın rengi döküm korkuluklar;
Tavan ortasında büyük bir avize;
Yukarıdan gün ışığını içeri çeken bir ışıklık.
Bu merdiven, mimari olarak yalnızca bir dolaşım unsuru değil;
yakın tarihin en kritik el sıkışmalarından birine sahneye çıkan insanların geçtiği, eteğinde kararların biriktiği bir eksen.
Harem ve selamlık aynı çatı altında, orta mekân etrafında planlanmış.
Sağ kanatta aile yaşamı, sol kanatta devlet işleri, misafir kabulleri, toplantılar…
Yalının iç dekorasyonu ise tam bir eklektik Osmanlı son dönem rüyası:
Tavanlarda kalemişi süslemeler,
Duvarlarda yoğun arabesk motifler,
Bazı kapılar fildişi kakmalı,
Kristal avizeler, pirinç aplikler,
Venedikli ressam Clement’e atfedilen büyük bir tablo girişte ziyaretçiyi karşılıyor.
Kısacası dışarıdan “Batılı”, içeride “Doğu sarayı” gibi bir kimlik:
Boğaziçi’ne çok yakışan, hibrit bir zarafet.
1914: Bir İmparatorluğun Savaşa Girdiği Salon
Tarih 1914.
Dünya, büyük savaşın eşiğinde.
Almanya, Osmanlı’yı kendi safına çekmek istiyor.
İstanbul’da saraylarda, konaklarda, elçiliklerde yoğun bir diplomasi trafiği var.
İşte o kritik günlerden birinde, Osmanlı–Alman İttifak Anlaşması, Sait Halim Paşa Yalısı’nın orta mekânında, yani bugün düğün salonu olarak kullanılan o büyük salonda imzalanıyor.
Boğaz, o gün biraz daha sessiz esmiş olmalı.
Çünkü burada atılan imza, imparatorluğun birkaç yıl sonra haritadan silinmesine giden sürecin de önemli adımlarından biri.
Bu salon, sadece dans ve müzik değil;
savaş kararları, devlet sırları, diplomatik pazarlıklar da gördü.
Krallar, Şairler, Zengin Misafirler
Yalının konuk listesi mütevazı değil.
Bir dönem yalı, özellikle Arap dünyasından gelen zengin misafirlere kiralanıyor.
Kaynaklarda, burada Kral Faysal’ın kaldığı da belirtiliyor.
yüzyıl sonu – 20. yüzyıl başı Boğaziçi hayatını düşün:
Buharlı tekneler; akşam üstü yalı önüne yanaşan kayıklar;
içeride Şark klasiklerinin çalındığı, Fransızca ve Arapçanın birbirine karıştığı uzun sofralar…
Bu yalı o dönemde yalnızca bir konut değil;
İstanbul’un büyük Boğaziçi salon kültürünün parçası.
Cumhuriyet’le Birlikte: Banka, Kumarhane, Gece Kulübü
Sait Halim Paşa 1921’de öldüğünde yalının mülkiyeti varislere geçiyor.
Asıl kırılma ise 1960’larda yaşanıyor.
Turizm Bankası Dönemi
1963’te varisler yalıyı Turizm Bankası’na satıyor.
Kısa süre sonra yapı, o dönem için epey “batılı” sayılabilecek bir işleve kavuşuyor:
Sadece yabancılara açık bir kumarhane.
Rulet masalarının, kart oyunlarının, sabaha kadar süren partilerin;
bir zamanlar devlet adamlarının ağırlandığı salonları ele geçirdiği yıllar…
1970’lerin başında kumarhane işletmesi güvenlik ve yangın riski gibi gerekçelerle sona erdirilip Hilton’a devrediliyor.
TAÇ Vakfı Restorasyonu ve Devlet Misafirhanesi
1974’te tadilat, 1980–84 arasında ise Türkiye Anıt Çevre Turizm Değerlerini Koruma Vakfı (TAÇ) öncülüğünde önemli bir restorasyon yapılıyor.
Rıhtım, harem bahçesi, çatı onarılıyor; yapı “devlet misafirhanesi” olarak kullanılmak üzere hazırlanıyor.
1989’da Turizm Bankası, Türkiye Kalkınma Bankası’na dönüşünce yalı da bankayla birlikte el değiştiriyor. Bahçe yaz aylarında restoran, yalı odalarının bir bölümü müze olarak kullanılıyor. Aynı zamanda Başbakanlık yazlık konutu ve resmî kabullerin yapıldığı bir mekâna dönüşüyor.
Boğaz’da bir zamanlar savaş ittifakının imzalandığı salon, bu kez modern Türkiye’nin protokol misafirlerini, heyetlerini, resepsiyonlarını ağırlıyor.
12 Kasım 1995: Boğaz’ın Beyaz Kuğusunu Yutan Yangın
Ve sonra o gün geliyor.
12 Kasım 1995.
Başbakan Tansu Çiller dönemi. Yalı, Başbakanlık Resmî Konukevi olarak kullanılıyor, aynı zamanda restorasyon çalışmaları sürüyor.
Öğleye doğru…
Yalının çatısından duman yükselmeye başlıyor.
Kısa sürede alevler çatı ve ikinci katı tamamen sarıyor. Tarihi ahşap yapı, zengin iç dekorasyon, mobilyalar, tablolar… Boğaz’ın kıyısında, herkesin gözünün önünde yanıp kül oluyor.
O güne dair iki tür gerçek var:
Teknik raporlar:
Yangının, yalının orta kısmındaki çatı arasından başladığını,
Elektrik, ısıtma, mutfak bacası gibi klasik nedenlerle açıklanamadığını,
Olası sebepler arasında çatı oluklarında biriken kuru yaprakların sigara izmaritiyle tutuşması veya çatı arasına giren biri tarafından kasıtlı yakılma ihtimalinin tartışıldığını söylüyor.
Siyasi & gazetecilik tartışmaları:
Yangından aylar önce TBMM’de bir vekilin “Bu yalıdaki tablolar ve eşyalar çalındı, yakında burayı yakacaklar” mealindeki konuşması,
Yangından sonra “kesin yakıldı” iddiaları,
Bu yangının yalnızca bir yapı değil, içindeki paha biçilmez koleksiyonlarla birlikte bir kültürel hafızayı yok ettiği vurgusu…
Bugün bile yangın konusu açıldığında, teknik raporlar ile “içim elvermiyor, bu tesadüf değil” diyenlerin sesi yan yana duyulur.
Küllerinden Doğuş: Restorasyon ve Yeniden Hayat
Yangından sonra yalı, neredeyse sadece dış kabuğu kalmış ağır hasarlı bir gövdeye dönüşüyor.
1995–2001 arasında, Avunduk Mimarlık’ın hazırladığı rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleriyle yalı ayağa kaldırılıyor. İşin sahibi Başbakanlık, uygulama Emek İnşaat, bilimsel danışmanlıkta Prof. Dr. Doğan Kuban ve bir ekip var.
Önemli bir tercih yapılıyor:
Restorasyon, yangından hemen önceki hâline göre değil, 1890’lardaki görünümüne göre yapılıyor.
Yani amaç, Sait Halim Paşa’nın zamanındaki ruhu yakalamak.
1999–2002 arasında Alba İnşaat’ın yürüttüğü uygulamayla:
Neoklasik dış cephe titizlikle onarılıyor,
Merdivenli hol yeniden inşa ediliyor,
Yakılan tavan süslemeleri, kalemişleri, kapılar, avizeler özgün fotoğraf ve çizimlerden yola çıkarak tekrar yorumlanıyor.
İçerideki bazı özgün eşya, kapı, mobilya, heykel, tablo gibi parçalar, yangından önce güvenlik gerekçesiyle müzelere kaldırıldığı için bugün başka kurumların koleksiyonlarında yaşıyor.
2002’de restorasyon tamamlandığında yalı, resmî olarak “Başbakanlık Resmî Konukevi” statüsünde ama fiilen uzun süre kullanılmadan kalıyor.
2005’te ise uzun süreli işletme hakkı özel sektöre devrediliyor; 49 yıllığına kiralanan yapı, bugünkü kimliğine kavuşuyor:
Düğünler,
Nişan & davetler,
Kurumsal toplantılar,
Özel etkinlikler için kullanılan tarihi bir Boğaz mekanı.
Yani bugün sen bir davet ya da düğün için bu merdivenlerden çıktığında,
aslında hafızasında savaş ittifakı imzaları, kumar masaları, yangın dumanları taşıyan bir yapıyla yolun kesişiyor.
Bugünün Gözünden Sait Halim Paşa Yalısı
Yalının bugünkü işlevini anlamak için, onu bir turistik not defteri gibi düşün:
Mekân: Boğaz’a sıfır, Yeniköy’ün merkezinde, denizden tekneyle yanaşmaya uygun rıhtımlı.
İşlev: Düğün, davet, toplantı, özel etkinlik; belli günlerde kahvaltı vb. organizasyonlar.
Atmosfer: 19. yüzyıl Osmanlı son dönem mimarisi + neo-klasik cephe + ağır iç süsleme.
Günümüzde yalıya genellikle bir organizasyon için gidiliyor.
Boş, sessiz, yalnız bir ziyaret pek mümkün değil; bu da ona biraz “ulaşılması zor saray” havası veriyor.
Ama tekneden, sahilden, Yeniköy kıyısından her geçtiğinde şunu bil:
Bu yapı sadece “şık bir düğün mekanı” değil;
Osmanlı’nın son dönem diplomasi tarihine, Cumhuriyet’in kendi mekânsal hafızasıyla hesaplaşmasına, 90’lar Türkiye’sinin karanlık tartışmalarına kadar uzanan çok katmanlı bir hafıza taşıyıcısı.
Bu Yalıyı Diğerlerinden Ayıran Şey Ne?
Boğaziçi’nde yüzlerce yalı var; niye bu kadar konuşuyoruz bu yapıyı?
Çünkü Sait Halim Paşa Yalısı:
Sahiplik zinciriyle:
Düzoğulları → Aristarhis (Rum banker) → Mısır Prensleri → Sait Halim Paşa → Turizm Bankası → Kalkınma Bankası → Başbakanlık → Özel sektör…
Tam bir imparatorluk–ulus devlet–sermaye geçiş hikâyesi.
Mimari kimliğiyle:
Neoklasik dış cephe + Arap sarayı andıran iç dekor;
Boğaziçi’nin doğu-batı sentezini somutlaştıran örneklerden biri.
Siyasi hafızasıyla:
Osmanlı’nın I. Dünya Savaşı’na girişindeki ittifak metnini görmüş bir salon.
Dramatik kaderiyle:
Kıymetli tablolar, mobilyalar, arşivler barındırırken çıkan yangın,
“kazaydı” mı, “kesin yakıldı” mı tartışmalarıyla 90’lar Türkiye’sinin karanlık atmosferini özetleyen sembol olaylardan biri.
Bugünkü kullanımıyla:
Tarih ve lüksün birleştiği, Boğaz’ın en çok talep gören düğün–davet mekânlarından birine dönüşmüş durumda.
Yani tek cümleyle:
Bu yalı, Boğaziçi’nde lüks konut – sahil sarayı – devlet mekânı – etkinlik mekanı çizgisinin somut bir laboratuvarı.
Yeniköy Açısından Bakınca: Mahallenin Büyük Sırlısı
Yeniköy’ü biraz tanıyan herkes bilir:
Dar sokaklar, eski Rum evleri, kiliseler, sinagoglar, konsolosluk artığı köşkler…
Sait Halim Paşa Yalısı bu dokunun suya bakan yüzü.
Arkadaki yamaçta hâlâ eski bahçenin devamını, terasların izlerini, geçmişin bahçıvanlarının ayağını bastığı toprakları hayal edebilirsin.
Gündüzleri sahilde yürürken, yalının önünden geçtiğinde içeriden bir piyano sesi gelmese de,
içeride bir yerde hâlâ Sait Halim Paşa’nın ağır adımlarının, bir Alman generaliyle tokalaşmasının, bir kraliyet misafirinin pencereden Boğaz’a bakarken iç geçirmesinin gölgesi dolaşıyor gibi.
Son Söz: Suya Bakan Bir Tarih Odası
Boğaziçi, hafızasını suyun yüzeyinde taşır.
Dalga gelir, kıyıya vurur, geri çekilir;
tıpkı tarih gibi.
Sait Halim Paşa Yalısı da işte böyle:
Bir banker yalısıydı,
Bir Mısır prensinin sahil sarayı oldu,
Bir sadrazamın siyasi karargâhına dönüştü,
Kumarhane, gece kulübü, devlet misafirhanesi olarak kullanıldı,
Yandı, küllerinden restorasyonla doğdu,
Şimdi düğünlerde, davetlerde, toplantılarda yeni hikâyeler yazıyor.
Ama her yeni masa, her yeni çiçek aranjmanı, her yeni gelin–damat,
aslında bu uzun hikâyenin üzerine ince bir katman daha ekliyor.
Boğaz’dan bir gün Yeniköy’e doğru geçerken, bu beyaz yalıya şöyle bir bakarsan;
onu yalnızca “güzel bir düğün mekanı” değil,
suya bakan bir tarih odası olarak düşün.
İçindeki merdiven hâlâ yukarı çıkıyor,
ama artık yalnızca katlar arasında değil;
asırların arasında da bir bağlantı kuruyor.
Sinem Özüçler
Broker&Owner
Re/Max AHENK


